fbpx

2021 yılındayız, sizce iş dünyasında ne kadar geliştik?

Günümüzde hala kadınların bir erkek gibi liderlik yapamayacağı, istediği her şeyi başaramayacağı, kadın ve erkek arasındaki eşitliğin güç dışında olabileceği bu nedenle de kadının iş hayatında seçeceği alanların sınırlı olacağı düşünülüyor. Ne kadar acı verici bir düşünce değil mi? Bu şekilde düşünenlerin acizliği mi sizce bu durum yoksa toplumumuzun hala eril düşüncelerden kurtulamamış olması mı? Bana kalırsa her ikisinden de kaynaklanıyor. Eskiden kalma inançlar ve düşünce biçimleri, insanların eskiden kadın ve erkeklerin bir aradayken daha uyumlu ve mutlu olduklarını (!) düşünüyor olmaları, kadının sabit görevleri olduğu ve bu nedenle de vaktini ağır ya da önemli işlere ayırmaması gerektiğini savunmaları 2021 yılında dahi ilerleyememiş olmamıza neden oluyor. Yazımın bu kısmında kadınların ülkemizde eğitim ve iş hayatına atılmadığını düşündüğüm belirebilir zihninizde. Fakat düşündüğüm ve sizlere bahsetmek istediğim tam olarak bu düşünce değil. Elbette artık kadınlarımız eğitim hayatında daha fazla yer alıyor ve kariyerlerini iş hayatında profesyonel olarak yapıyor. Peki sizce kadınlar iş hayatında istedikleri her alanda yer alabiliyor mu? Bu sorunun cevabı üzücü bir şekilde “hayır”.

Kadınlarımızı siyasette, üst düzey bir pozisyonda ya da yönetim kadrosunda ne kadar görebiliyoruz? Sayıları o kadar az ki gördüğümüz zaman ne şekilde iletişim kuracağımızı şaşırabiliyoruz. Burada suç tabi ki toplumumuzda. Üst düzey bir pozisyonda kadın çalışan görüldüğü zaman işin doğruluğundan şüphe duyanlarımız ve güvenemeyenlerimiz var. Tabii bir de kadın bir çalışanın kendisinden üst pozisyonda yer almasını hazmedemeyenler… Kısa bir araştırma ile şirketlerin iflas noktasına geldiklerinde ya da işleri rayından çıktığı zamanlarda yönetim kadrosuna kadın çalışanlar dahil ettiklerini okudum. Burada işlerin kadın çalışan kontrolüne verilmesinin sebebi ise iş kötü bir şekilde sonlandığında suçun o kadın çalışanda olduğunun düşünülmesi ve başarısız sayılanın yine o kadın çalışan olarak ilan edilmesi kurnazlığıdır. Ne de olsa kadınların liderlik, otorite ve yönetim kabiliyeti gizli becerileri olduğuna inanılmıyor (!). Hatta bunun için bir teori bile var, “Rol Uyumu Teorisi”. Bu teoriye göre kadın çalışanlar başarılı olursa arkasında erkek kadrosu olduğu için başarısız olursa da kadın olduğu içinmiş. Teori bu düşünceyi savunmuyor elbette. Yalnızca tüm dünyada var olan bu eril düşüncenin altında yatan sebepleri ve bu sorunu çözmek için neler yapılması gerektiğini araştırıyor.

Kadın ve erkek rollerini toplum belirliyor. Bu nedenle de kadın ve erkek arasında keskin bir çizgi ortaya çıkmış ve bu çizgi günümüzde de maalesef hala korunuyor. Toplum tarafından yaratılan bu ayrımsa kadın ve erkek arasında sosyal eşitsizliğe yol açıyor. Örneğin kamusal alanda daha çok erkek görüyoruz. Kadınların kamu alanında oldukça az olması maalesef bir gerçek. Kadınlar kamusal alandan uzak tutularak daha çok evlerine itiliyor ve bu bilinçaltı enerjisi ile yapılıyor. Erkeğinse her alanda çalışma imkânı bulması liderlerin yalnızca erkeklerden oluşmasına sebep oluyor. Dolayısıyla erkek olmayan her birey lider değil, liderin bir çalışanı olarak görülüyor. Çünkü toplum erkekleri lider, güçlü, otoriter, sabırlı ve yönetebilen olarak tanımlıyor. Kadınların bu özelliklere yeteri kadar sahip olmadığı düşüncesinin geçmişten günümüze dek dayatılıyor olması da kadınların kendilerini yetersiz hissetmelerine ya da umutsuz olmalarına sebep oluyor. Önyargı, klişe düşünceler, cinsiyet ayrımı gibi yaklaşımlar yüzünden yalnızca erkeklerin liderlikte ve üst düzey pozisyonlarda başarılı olabileceğine inanılıyor. Oysa ki başarı, otorite, yönetim becerisi gibi özellikler doğuştan cinsiyetlere yüklenen kabiliyetler değildir. Ancak eril düşüncelere göre cinsiyetlerin belirli özellikleri olduğuna inanılması kadınlara yeteri kadar fırsat verilmemesine yol açıyor. Ayrıca kadınlar çalıştıkları işlerde yükselmek istediklerinde de görünmez engeller ile karşılaşıyor. Gerçekse kadınların sosyal, politik, kültürel ve ekonomik yaşamın her alanında dilediği gibi hak ettiği yerde olabilmesidir.

Kadınlarımızın hak ettikleri her alanda hiçbir zorlukla karşılaşmadan bulunmaları gerektiğine sonuna kadar inandığımı ve destek verdiğimi söylemek istiyorum. Sözlerimi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 yılında söylediği sözlerle bitirerek bu konunun biraz düşünülmesi gerektiğini eklemek istiyorum.

“Bir toplum, cinsinden yalnız birinin asrî gerekleri elde etmesiyle yetinirse o toplum yarıdan fazla zaaf içinde kalır. Bir millet gelişmek isterse bilhassa bu noktayı esas olarak kabul etmek mecburiyetindedir. Binaenaleyh bizim toplumumuz için ilim ve fen lâzım ise bunları aynı derecede hem erkek hem de kadınlarımızın elde etmeleri lâzımdır.”

Nerde o eski zamanlar, o eski sohbetler dediğinizi duyar gibiyim… Büyüklerimiz bizlere bunu söylediğinde gülerdik. Şimdilerde eskiyi biz de onlar gibi arar olduk. 21. Yüzyıl başına kadar hatta 21. Yüzyılın ilk 10-15 yılı daha mı mutluyduk? Değişen ne oldu? Hayatımıza internet girdi. İnternet tek başına tamamen teknoloji, bilginin hızlı yayılması, kolay iletişimdi aslında. Biz nasıl kullanır olduk? Gerçekleri paylaşmanın hızını artıralım derken sanal gerçeklik içine giderek hapsolduk sanki… İnternete adapte olduktan sonra ise hayatımızı “sosyal medya” kavramı girdi. Adı üzerinde sosyal ve medya. Neden bu adın kullanıldığını düşününce aklıma gelen ilk şey insanlar hem daha kolay sosyal olabilsin hem de birbirleri ile daha kolay iletişim kurabilsin, düşüncelerini daha hızlı paylaşabilsin gibi şeyler geliyor. Belki en başında da bu şekilde kullanıyorduk, bilemiyorum. Ama gün geçtikçe kullanım şeklimiz oldukça farklı bir hal almaya başladı.

İnterneti ve sosyal medyayı belli bir kesim hala kendi çevresi ile paylaşımlarda bulunabilmek, hızlı bir şekilde iletişim kurabilmek hatta işi ile ilgili kendi reklamını kolay bir şekilde yapabilmek için kullanıyor. Bir kesim yeteneklerini diğer insanlarla paylaşıyor üstelik artık her şey o kadar kolay ki yalnızca kendi çevresindeki insanlara değil tüm dünyaya hitap edilebiliyor. Kimi çektiği fotoğrafları paylaşıyor kimi yaptığı müziği kimi dansını kimi oyununu kimi de sporunu… Bir kesim eğitim bile veriyor sosyal medya üzerinden. Tüm bu kullanım şekilleri ve amaçları gayet güzel ve anlamlı fakat bir de başka şekillerde kullananlar var. Herkesin kendi tercihi tabi ki ama bunlara uzun vadede bakarsak sizce de ileride insanlar arasındaki iletişim oldukça çok zedelenmiş olmayacak mı?

Çok değil 2010 yılına kadar internetin oldukça yaygın kullanıldığı fakat sosyal medya uygulamalarının o kadar yaygın olmadığı dönemlerde insanların daha sosyal bir hayatları olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Zira insanlar daha çok birbirleriyle vakit geçiriyor, birbirlerine sosyal medya gerekleri (!) çerçevesinde bakmıyor ve davranmıyordu. İlişkiler daha çok karşılıklı sevgi ve iletişim gücüne bağlıydı. Arkadaşlıklar karşılıklı anlaşmayla nasıl kurulduysa, ruhların uyumuyla nasıl ilerlediyse aynı şekilde devam ediyordu. İnsanlar birbirleriyle aktivitelerde bulunuyor, çıkarsız sohbet ediyor, birbirlerinin yardımına koşuyordu. Arkadaşlar birbirleriyle daha sık bir araya geliyor ve bunun için lüks mekan olmasına ihtiyaç duymuyorlardı. Çünkü tek amaç bir arada vakit geçirebilmek ve sohbet edebilmekti. İç mekanın güzelliği ve dekoru önemsenmeden bir yerlerde oturulabiliyor hatta parklarda bile vakit geçirilebiliyordu. Önemli olan rahat hissettikleri bir yerde vakit geçirebilmekti. Daha fazla sinemaya, tiyatroya ya da diğer etkinliklere gidiliyordu. Gidilen yerlerde şu anda olduğu gibi hatıra fotoğrafları çekiliyor ama bunun için ayırılan zaman yalnızca çekildiği an oluyordu. Geri kalan zamanda insanlar birbirleri ile ilgileniyorlardı.

Günümüzde birçok şey değişti. Artık çoğu kişi arkadaşı ile vakit geçirmek için sosyal medya uygulamasında paylaşacağı fotoğrafın güzelliğine göre mekan seçiyor, bir araya geldikleri vaktin çoğunu fotoğraf çekimine, canlı yayınlara ayırıyor. Her ne kadar insanlar kendilerini eski zamanlara nazaran daha sosyal gibi hissetseler de genel bir bakışla yaklaşıldığında yapılan aktiviteler tamamen sosyal medya hesaplarının doldurulmasına yönelik bir biçimde şekilleniyor. Üstelik bu uygulamalarının çıkış amacı global bir şekilde insanların paylaşımlarda bulunup birbirleriyle iletişime geçmelerini kolaylaştırmakken bunu yine bu amaçla daha farklı bir şekilde yapıyorlar. Nedir peki bu farklı şekilde yapma? Örneğin artık insanların sosyalliği takipçi sayısı ile beğeni ve yorum sayısı ile ölçülüyor. Eğer bir kişinin takipçi, beğeni ve yorum sayısı yüksekse o kişinin çevresinin çok geniş olduğu, çok sevildiği, çok sosyal olduğu düşünülüyor. Sosyal medya hesabını bu şekilde kullananlar tanıdığı ve hatta yakın olduğu bir kişi paylaşımlarına beğeni ve yorum yapmazsa o kişiyi hayatından bile çıkarabiliyor. Tabii ki niyetim hiç kimseyi kötülemek değil. Fakat bir gerçek var ki insanlar o kalabalığın içinde kayboluyor, yalnızlaşıyor ve çoğu zaman kendi gerçeğinden uzaklaşıyor. Gerçek arkadaşlık ve aşk ilişkisinden ziyade devamlı mutlu bir hayat rolü yapmaya yönelme başlıyor, hiçbir sıkıntısı yokmuşçasına bir izlenim çizilmeye çalışma başlıyor. Sonunda da kişi yalnızlaşıyor.

Sosyal medya sosyallik midir? Sosyal medya sosyalleştirebilir. Fakat bu doğru kullanım ile olabilir. Hayatımızı paylaşabiliriz, yeteneklerimizi paylaşabiliriz, tanımadığımız insanlarla anılarımızı da paylaşabiliriz. Ama bunun bir sınırı olması gerektiği kanaatindeyim. Sosyal medyaya ayırılan vaktin kısıtlı olması gerektiği ve asıl vaktin kişinin kendisine, ailesine, arkadaşlarına ve ilişkisine ayırması gerektiği kanaatindeyim. Sosyal olmak bir cep telefonundaki, bir bilgisayardaki ve bir tabletteki uygulama ile olmaz. Sosyallik insanların yakınları ile bir arada olması, etkinliklere gitmesi, aktivite yapması ile olur. Sosyal medya yalnızca bunları paylaşabileceğimiz ve paylaştıktan sonra günümüzü devam edeceğimiz bir yer olarak kalmalı. Sosyal medya sosyalleşmek değildir, sosyal medya sosyal hayatımızı paylaşabileceğimiz bir yerdir.