fbpx

“Neden spor salonuna gitmeliyim?” diye kendimize sorduğumuzda onlarca sebep bulabiliyoruz. Peki ya; “Neden bir spor salonuna üye olmam?!” Bugün sizlerle bu konu hakkında biraz sohbet etmek istiyorum. Spor yapmak kişinin hem fiziksel hem de mental sağlığı için oldukça önemlidir. Birçok kişi spor yapmanın yalnızca bedeni üzerinde bir etkisi olduğunu düşündüğü için buna ihtiyaç duyduğu zaman spor salonu araştırmaya başlar. Halbuki spor mental sağlık üzerinde de etkilidir. Kişinin rahatlamasını, günün ve hayatın stresinden uzaklaşmasını, kendisini daha enerji dolu hissetmesini ve dolayısıyla kaliteli bir yaşam geçirmesini sağlar. Aslına bakılırsa spor salonuna kayıt olmak ya da spor yapmak ile ilgili asıl hata sporun kişinin bedenini anında değiştireceğine inanılmasıdır. Değişimden kast ettiğim ise spor yapmaya başlandığında kilo verileceği ve sağlığın muhteşem olacağı inanışı… Bu yüzden de insanlar genelde spor yapsam mı yapmasam mı, bir salona üye olsam mı olmasam mı diye arada kalır ve karar veremez. Bunun gibi kararsızlık yaşayan kişilerin öncelikli olarak bilmesi gereken ise spor yapmaya karar vermek ve spor salonuna kayıt yaptırmak kilo vermek ve sağlığı daha kaliteli bir hale dönüştürmek için yeterli değildir, en azından tek başına yeterli değildir. Şöyle bir inanış vardır; üyelikten kârlı olan, kayıt alan spor salonu olacak. Aslında spor salonları kayıt yaptıran ve devamlılık sağlamayan üyeleri değil devamlılık sağlayan üyeleri sever. Kayıt olan ve devamlılık sağlayan üyeler fiziksel ve mental değişimlerini gördükçe çevrelerine gittikleri salonu ve eğitmenlerini tavsiye edeceği için salonlar devamlılık sağlayan üyelere daha fazla önem verir. Şimdi biraz da bir spor salonuna üye olup olmama konusunda kararsız kalanlar için birkaç tavsiye vermek istiyorum.

Spor Salonundan Verimli Bir Sonuç Alabilmek İçin Dikkat Edilmesi Gerekenler

Spor salonuna üye olmak istediğinize karar verdiğinizi fakat yine de harekete geçemediğinizi varsayalım. Üye olacak mısınız yoksa olmayacak mısınız? Harekete geçmek için dikkat etmeniz birkaç nokta var aslında. Öncelikle zamanınızı iyi bir şekilde yönetebilmeniz için gideceğiniz salonun bulunduğu lokasyon oldukça önemli. Özellikle çalışıyorsanız gününüzü iyi planlamanız gerekir. Mesainize başlamadan önce büyük bir koşturma yaşamamanız ya da mesainiz bittikten sonra yorgunluğunuza bir de yol süresi eklenmemesi için seçeceğiniz spor salonunun konumu en önemli maddelerden biridir. Sonrasında ise işletmenin seçtiği ekipmanlar gelir. Nasıl ki tüm ayakkabılar rahat değilse tüm ekipmanlar da aynı görevi görmez ve bazen kişiye rahatsızlık verir. Bu nedenle ekipmanlar sağlığınız ve devamlılığınız için önemlidir. Daha önce spor yapmadıysanız ya da bir şekilde devamlılık sağlayamadıysanız seçeceğiniz salonun grup derslerine önem vermelisiniz. Grup dersleri daha keyifli spor yapmanızı sağlayacağı için spor yapmaya alışmanıza ve devamlılık sağlamanıza katkıda bulunur. Nasıl bir program ile ilerlemeniz gerektiğini ise eğitmenler sizi analiz ederek daha iyi oluşturur. İletişim kurabileceğiniz ve rahatça fikir alabileceğiniz eğitmenlerin olup olmadığına özen göstermelisiniz. Dikkat etmeniz gereken son iki tavsiyem ise spor salonunun fiyat politikası ve hijyeni. Aylık gelirinizin %10’u spor yapmanız için oldukça yeterlidir ki aslında ülke çapında spor salonlarının ücretleri genelde günlük bir paket sigaradan daha uygun bir fiyata denk gelir. Hijyen ise yüksek lisans tezimde incelediğim en önemli konuydu. Spor salonlarının hijyen kuralları sağlığınız için en önemli madde özellikle de pandemi başlangıcından itibaren daha da önemli bir hale geldi. Bir salonun hijyeni hakkında daha iyi karar verebilmeniz için öncelikle duş bölümüne bakabilirsiniz.

Sonuç olarak bir spor salonuna üye olup olmama konusunda kararsızsanız yukarıda verdiğim tavsiyeleri bir kez daha inceleyin. Eğer bu noktalardan en az 3 tanesi sizin için uygunsa spor salonuna üye olmamanız için hiçbir sebep yoktur. Peki, cevabım “Bu tavsiyelerin hiçbiri benim için uygun değil” diyorsanız işte o zaman “Neden üye olmam?” sorusunu kendi kendinize cevaplamış olacaksınız.

Bu maddelerden en az üçünün size uyduğu bir yer bulun ve mutlaka spora başlayın.

İyi pazarlar dilerim…

Günümüzden 20 yıl öncesinde hangi sektörde olursak olalım en büyük rakibimiz kendi sektörümüz içerisinde yakınlarımızda bulunan diğer şirketler oluyordu. Bu nedenle de kendimize rakiplerimizi göz önüne alarak sektörel bazlı stratejiler belirliyorduk. Rakiplerimizin farkında ve bilincinde olduğumuz için onları analiz ediyor, fiyat politikalarımızı ve satış stratejilerimizi de rahatça belirleyebiliyorduk. Örneğin bir spor salonu isek etrafımızdaki diğer spor salonlarının sahip oldukları ürün ve hizmetlere, uyguladıkları fiyat politikalarına ya da çalışma saatlerine bakıyorduk. Kendimizde eksik ya da yanlış olanı bulup buna göre revize gerçekleştiriyorduk. Ayrıca o dönemlerde rekabet halinde olduğumuz yerler neredeyse yalnızca kendi sektörümüz ile ilgili oluyordu. Farklı sektörlerden işletmeler ile rekabet etmemizi gerektirecek bir neden oluşmuyordu. Fakat günümüzde işler değişti. Artık rekabet yalnızca sektörel bazlı değil adeta sektörler arasında yapılıyor. Gelişen teknoloji insan hayatını kolaylaştırırken işletmeler arasındaki rekabeti de artırıyor.

RAKİBİMİZ ONLİNE!

Günümüzde herhangi bir ürün ya da hizmeti satın almak için mağazaya gitmemiz gerekmiyor. E-ticaret siteleri, mobil uygulamalar ve hatta sosyal medya uygulamaları… Tüm bunlar bir nevi alışveriş merkezi haline geldi. Market alışverişleri, giyim alışverişleri, teknoloji, elektronik… Kısacası günlük hayatımızda satın aldığımız her şeyi artık oturduğumuz yerden satın alabiliyoruz. Ayrıca bahsetmiş olduğum bu konu yalnızca ürün satışları için değil aynı zamanda hizmet satışları için de geçerli. Hızlı ve kolay bir şekilde hizmet satışı yapan yerlere de ulaşabiliyoruz. Bunu örneklemek gerekirse bir spor salonu ve spor hocası düşünebiliriz. Eskiden spor yapmak isteyen bireyler bunu yalnızca salonlara giderek yapabiliyordu. Şimdi ise spor yapmak isteyen bireyler bunu yalnızca salonlara giderek değil evlerinde hatta iş yerlerinde bile yapabiliyor. Üstelik isterlerse dünyaca ünlü kişiler eşliğinde bile yapabiliyorlar. Dolayısıyla spor merkezlerinin tek rakibi artık yanı başlarında olan merkezler olmaktan çıkıyor.
İnsanların hızlı ve kolay bir şekilde ulaşabildiği internet sayesinde seçeneklerinin artması işletmeleri ne denli olumlu ya da olumsuz etkiliyor, tartışılır. Fakat günlük hayatın koşturması içerisinde insanları zamansal olarak oldukça olumlu yönde etkilediği kesin. Peki internet dünyası nasıl en büyük rakibimiz haline dönüştü?
Sevdiğimiz bir kişiye çiçek almak istediğimizde yalnızca çiçekçilere giderken bir süre sonra internet üzerinden adreslerine gönderebilir hale geldik. Şimdi ise çiçek almak istediğimizde yalnızca çiçek satan e-ticaret sitelerinden değil birçok farklı platformdan satın alabiliyoruz. Bunlara market amaçlı açılmış siteler, büyük alışveriş uygulamaları da dahil. Bir tek uygulamada birçok farklı sektöre ait ürünün ve hizmetin satılıyor olması rekabet, sektörel bazlı değil sektörler arası etkiliyor ve artırıyor. Dolayısıyla şirketlerin ve mağazaların da pazarlama stratejilerini tüm bunları göz önünde bulundurarak geliştirmesi gerekiyor. “Değişim” tüm soruların temel cevabıdır, unutmayın. Bu konuda bir kitaptan alıntı yaparak sözlerimi bitirmek istiyorum.
“İster küreselleşme deyin, ister yeni ekonomi… Bilginin dünyayı ışık hızıyla döndüğü, tüketicilerin seçeneklerinin tüm dünyayı kapsadığı ve tüketicinin bilincinin yükseldiği, yani müşterinin kral olduğu bu dünyada, acımasız küresel rekabetin yerel kurbanları olmak istemiyorsanız değişin!”

Rekabet her zaman olumsuz mudur? Sorumuzun cevabı, hayır. Rekabet bazen de kişiyi ve rakibini gelişim sürecine götürür. Öncelikle rekabet kelimesinin anlamına bakalım. Rekabet, Arapça “raqabat” kelimesinden gelir ayrıca denetlemek, kontrol etmek ve gözlemlemek anlamında kullanılır. Bizim dilimizdeki kullanımı ise karşısındaki kişiyi gözlemlemek ve onun yaptıklarına bakarak aynılarını ya da benzerlerini yapmak şeklindedir. Rekabet denilince akıllarda genellikle hırslı, kazanmayı seven ve bunun için çok fazla şey yapan kişiler geliyor. Akıllara gelenler bu tür şeyler olunca rekabet etmenin de olumsuz olduğu düşünülüyor. Hatta yerleşik toplumumuzda genelde rekabet eden kişiler sevilmiyor ve kıskançlıkla itham ediliyor. Fakat genel düşüncenin aksine rekabet etmek çoğu zaman hem kişiyi hem de karşısındaki rakibini geliştiren bir olgudur.

Peki rekabet ne zaman başlar?

Rekabet etmenin genelde iş dünyasında yaşandığı düşünülür. Aslına bakılacak olursa rekabet etme duygusu hemen hemen hepimizde vardır ve çocukluk çağımızdan itibaren başlamaktadır. Bazen sınıfın en başarılı öğrencisi olmak için arkadaşlarımızla rekabet ederiz bazen de komşunun çocuğu örneğini duymamak için. Aslında küçük cümlelerle ruhumuza işlenir rekabet duygusu. Önemli olan rekabet duygusunu olumsuz bir şekilde kullanmamaktır. Nasıl kullanılmalı kısmına bakacak olursak eğer; yalnızca kendimizi geliştirmek ve kendimizi bir adım daha öne taşıyabilmek için çalışarak rekabet etmeliyiz diye düşünüyorum. Rekabet ederken kendimiz çalışarak başarmadan bir başkasının veya rakibimizin hakkını yiyerek ya da onun bir şeyi başarmasına engel olarak hareket etmemeliyiz. Zaten bu şekilde rekabet eden kişiler mutlaka bir yerde tıkanır ve başarısını katlayamaz. Haksız rekabet olarak da adlandırılan bu olumsuz yöndeki rekabetin aksine olumlu bir şekilde hareket edildiğinde rekabet; kişiyi de rakibini de geliştirir.

Rekabet gelişimdir!

 Rekabeti hırs yaparak kendine ve etrafına zarar verme dışında kullanmak bizim daha iyi olma yolumuzu açar. Bunu biraz daha basit bir şekilde düşünebiliriz. Kendimize bir rakip edindiysek, neredeyse tüm insanların bir rakibi vardır, rakibimiz bizi bir seviye ileri taşır. O an içinde bulunduğumuz durumdan daha fazlasını ve daha iyisini yaparak bir adım öne geçme isteğimiz perçinlenir. Rakip edindiğimiz zaman perçinlenen bu isteğimiz için daha fazla çalışmaya başlarız. Unutmamalıyız ki çalışmak eninde sonunda bizi ileri taşır ve gelişmemizi sağlar. Mesela spor sektörü içindeki bir salon düşünelim. Aynı yerde iki tane spor salonu hayal edelim ve bunların aynı anda nasıl ayakta kalabildiklerine bakalım. İki salonda kendisine üye çekmek için mutlaka farklı bir şeyler yapma ama bunu yaparken de diğerinin yaptıklarından geri kalmama amacı güder. Bu durumda iki salonda da mutlaka getirilen yenilikler görülür. Aranan kriterleri sağlayan bu iki salon kendisi için üye bulur. Böylece hem kazanmaya devam eder hem de geride kalmamak için birbirini takip ederek gelişimlerine katkı sağlar. Rakip olmaları ve rekabet etmeleri bu şekilde her ikisi için de olumlu yönde bir akış sağlar. Unutmayalım rekabet rakibini de geliştirir. Üstelik bu olumlu yöndeki rekabet yalnızca rakipleri geliştirmekle kalmaz tüm sektörün işinde uzmanlaşmasına da fayda sağlar. Ünlü yatırımcı John Templeton’un dediği gibi;

“Rekabet her sektörde artmaktadır ve bu iyi bir şeydir. Artık hepimiz işlerimizi daha iyi yapıyoruz”.

Bir spor salonunda çalışsanız genel olarak yoğun günlerin hafta başı olduğunu bilirsiniz. Müşteriler hafta sonunun günah çıkarması olarak pazartesi, salı ve çarşamba günlerini seçer ve daha çok bu üç günde bilgi almaya gelirler. Gelen kişilerin üyelik başlangıcı yapma ihtimalinin yüksek olmasından dolayı genelde bir satış personeli o gün izinli olmak istemez. Aynı şekilde satış personelinin o günlerde izinli olunması da istenmez. Görüşülen kişi sayısı ve üye olan kişi sayısına bakarsak aslında oran düşüktür. Görmeye çok fazla kişi gelmiştir ama üye olarak dönen kişi azdır. Bunun en önemli sebeplerinden biri kişinin bu konudaki kararlılığından emin olmamasıdır. Spor, kültürümüzde çok yeni bir konu başlığıdır ve birçok kişide spor lüks olarak görülen bir düşüncedir. 

Görüşmeye gelip, spor yapmak konusunda kararlı olan ve hemen başlayacak kişiyi bulabilmek için hafta başlarında çok fazla görüşme yapmanız gerekir. Fakat bu noktada göz ardı edilen bir günden hatta saat diliminden bahsetmek isterim. Hizmet işi ile ilgileniyorsanız izin günleriniz değişken olabilir ama küçük bir tüyo vermek isterim. “Pazar günü izin yapmayın.” Aktif satış yaptığım günlerde pazar günleri çalışmak istediğimi hatta açılış mesaisi olarak gelmek istediğimi söylediğimde arkadaşlarım beni daha çok sever ve bana teşekkür ederlerdi. Ben ise pazar sabahı görüşme yapmak için gelen herkesi üye yapar ve hedefimi tutturma konusunda ciddi bir şekilde yol alırdım. Pazar günü öğleden önce spor salonu ziyareti yapan kişilerin çok büyük bir kısmı sorunun farkında ve harekete geçmek için motive olurdu. Cumartesi gecesi uzun zamandır görmediği dostları ile bir araya gelmiş olabilir ve dostları ona kilo almışsın demiş olabilirdi. Eşi ile ortak bir şeyler yapmaları gerektiğine karar vermiş olabilir ya da alkolü fazla kullandığını fark edip bırakma kararı almış da olabilirdi. Pazar günü öğleden önce ziyarete gelenler diğer günlerde gelenlerden hatta pazar günü öğleden sonra gelenlerden bile daha istekli olur.

Eğer işiniz bir spor salonunda üyelik satışı gerçekleştirmekse milyonlarca liralık üyelik sözleşmesi imzalamış bir kişi olarak size tavsiyem; “Pazar günü satış ofisini siz açın.”

Ne için spor yapıyoruz? Yalnızca sağlıklı olmak için mi? Birçoğumuzun spor yapmak, spor salonu denildiği zaman aklına gelen ilk şey sağlıklı bir yaşam oluyor. Sağlıklı bir yaşam için anahtar yolların en başında gelen mutlaka düzenli spor yapmaktır. Sporun sağlıklı yaşam kalitemizi artırmadaki etkisi yadsınamaz bir gerçek. Sağlığımıza; kaslarımızın gelişmesi, vücut direncimizin yükselmesi, vücut kütle indeksimizin gerektiği oranda olması, gelecekte geçirilme ihtimali olan hastalıkların risk yüzdesini düşürme gibi birçok etkisi vardır. Fiziksel sağlığın gelişmesi ve güçlendirilmesi için de spor yapmaya karar veririz. Spor her yerde yapılabiliyor da olsa düzenli ve kendimize uygun bir program ile egzersiz yapmanın yolu spor salonlarından geçer. Alanında uzmanlaşmış spor antrenörleri sayesinde vücudumuz için en uygun egzersizleri yine kendimize uygun bir süre ve sıklıkla düzenli bir şekilde yapabiliriz.

Düzenli bir şekilde spor yapmak yalnızca fiziksel sağlığımıza mı etki eder? Tabii ki hayır. Sporun fiziksel sağlığımıza ne kadar etkisi varsa bir o kadar da mental sağlığımıza etkisi vardır. Spor yapmaya başladıktan kısa bir süre sonra kişinin vücudundaki yorgunluk halinin azalması ve dolayısıyla kendini çok daha enerji dolu hissetmesi bir başka etkisidir. Yorgunluk ve enerji durumundaki değişim ise mental sağlığımıza katkıda bulunur. Ayrıca spor yaptıkça vücudumuz daha fazla endorfin salgılamaya başlar. Bu sayede de kişi kendini daha mutlu hissetmeye başlar. Yalnızca endorfin değil hem serotonin hem de dopamin seviyemizde artış sağlar. Böylece kişi mental açıdan daha sakin ve stressiz bir yapıya kavuşur.

Dünya üzerindeki insanların yarıdan fazlası sabah erken uyanmakta güçlük çeker. Birçoğumuz gece, sabah erken kalkacağımıza dair kendimize söz veririz fakat alarm çaldığında bir türlü yataktan çıkamayız. Sabah erken kalkmak günümüzü verimli geçirmemizi ve daha berrak bir zihin ile enerji dolu yaşamamızı sağlar. Düzenli spor sayesinde hem mental hem de fiziki sağlık kalitemiz artacağından uyku kalitemizde de artış sağlanır. Böylece uykuya daha rahat geçebilir ve sabahları çok daha sakin ve berrak bir zihin ile güne başlayabiliriz. Tüm bunlar ise hem günümüze hem de işlerimize daha iyi motive olmamızı ve kendimizi daha güçlü hissetmemizi sağlar. Peki insanlar spor salonlarına yalnızca bu amaçlar için mi gidiyor?

Spor salonu hepimiz için daha düzenli ve kendimize uygun yöntemler ile egzersiz yapmamızı sağlar. Bu nedenle de spor yapmaya karar verdiğimizde spor sektörü içinde uzman antrenörler ile çalışmayı tercih ederiz. Fakat yapılan araştırmalar gösteriyor ki kişilerin spor salonlarına gitmesinin tek sebebi fiziksel ve mental sağlık kalitesini artırmak değil. Fiziksel ve mental sağlık kalitesinin dışında ve kariyer alanında ilerlemek için de spor salonlarına gidilmektedir. Çalışmak istediği yerin üst düzey çalışanlarının gittiği salonları tercih ederek burada onlarla tanışma fırsatı yaratmak isteyenler de vardır. Spor salonlarına gelip gözlem yaparak kendi işi ile ilgili ortaklık kurmak isteyenler olduğu gibi çalışmak istediği şirketten kişiler ile arkadaşlık kurarak kariyerinde yükselmek isteyenler de oluyor. Ayrıca spor yapmanın kişideki özgüveni artırdığını da düşünürsek sosyal bir ortama dahil olmayı da kolaylaştırdığını söyleyebiliriz. Yapı olarak çekingen ve kolay iletişim kuramayan kişilerin spor salonlarına gelerek bu zincirlerinden kurtuldukları da bilinen bir gerçektir. Ayrıca sosyalleşen kişinin iletişimini giderek güçlendirmesi ile yeni arkadaşlıklar edindiği de yapılan araştırmalar sonucunda görülmüştür. Dolayısıyla spor salonları kişiler için yalnızca fiziksel ve mental sağlık değil iş, kariyer ve sosyalleşme de vaat eder.

 

 

 

Sanıldığının aksine robotlar 200 yıllık bir geçmişe sahip değil, yaklaşık 2000 yıllık bir mazisi bulunmakta. 1900’lü yılların başlarında, Girit Adası’na yakın bir bölgede, M.Ö. 77-100 tarihlerine ait olduğu düşünülen mekanik bir bilgisayar kalıntısı bulundu. Bilimin ve teknolojik gelişmelerin neredeyse hiç yaşanmadığı Orta Çağ Avrupası’nda bile hareket eden insan benzeri figürler ve otomatla kullanılarak kilisenin kitleler üzerindeki tahakküm gücü artırılmaya çalışılmıştı. Akabinde 1495 yılında Leonardo Da Vinci tarafından ilk insansı robot tasarlandığı da düşünülmektedir. Bu üç örnekten de anlaşıldığı gibi makineler ve robotlar insan yaşamı ile bütünleşmeye yüzlerce yıl önce başlamıştı. İlginçtir ki Homeros’un İlyada’sında dahi insan yapımı hizmetçilerden söz edilmekte. Hatta, Tüm bunlar robotların günümüzdeki şeklini alması için yapılmış ilk hamlelerdi. 20. Yüzyılın ortalarına kadar gelişimini devam ettiren robotlar ve makineler esas atılımını 20. Yüzyılın ortalarından sonra gerçekleştirmeye başladı. Robotların sanayi üretimine entegrasyonu süreci de bu döneme denk gelir. Hizmet sektörü içerisinde yerini alan robotlar; uzay, tıp, havacılık ve eğlence sektörü içinde de aktif hale gelmeye başladı. Robot kelimesi ile tanışmamız ise 1920 yılına denk gelir. Isaac Asimov 1942 yılında “Robotik” kavramını literatüre kazandırdı ve üç maddelik bir robot yasası geliştirdi. Bu yasada, robotların insanları yaralayamayacağından ve zarar görmesine kayıtsız kalamayacağından, insanların emirlerine uymak zorunda olduğundan ve ilk iki madde ile çelişmediği takdirde kendi varlığını koruması gerektiğinden söz edilir.

Tarih 1964’ü gösterdiğinde ise Yapay Zekâ araştırmaları başlamıştı. Araştırmaların öncüleri ise MIT ve Standford Üniversiteleri’ydi. 1976 yılına gelindiğinde uzay çalışmaları sırasında robot kollar kullanıldı. 1999 yılında ev hayvanı olarak dizayn edilen oyuncak Aibo piyasada yerini aldı. 2000 yılında ilk insansı robot Asimo üretilerek tüm dikkatleri üzerine çekti. 2000’li yılların devamında ise özellikle NASA’nın yürüttüğü Mars araştırmaları ve çalışmalarında ağırlıklı olarak robotlar kullanıldı. 2015 yılına gelindiğinde, Sayanora filminde, Leona karakterini “Geminoid F” adlı bir robot canlandırmıştı, bu durum robotların insanların yerini alabileceği ihtimalinin en çarpıcı örneklerinden biri oldu. Sofia isimli humanoid bir robot 2016’da geliştirildi ve tüm dünyaya tanıtıldı. Sofia, Humanoid Yapay Zekâ çalışmalarında bir dönem noktası oldu. Yine 2016 yılında geliştirilen AlphaGo adlı robot, 2017 yılında AlphaGo Zero adı ile güncellendi ve şu anda ilaç sektöründe devrim yaratabilecek bir bulgu üzerinde çalışıyor.

Teknoloji devleri tarafından bilinen ve kullanılmaya başlanan “Al”, Google ve Facebook’un da radarına girdi. Google, ilk olarak kişilik özellikleri olan robot patenti aldı. Google, bu çalışmalarında robotlara kişilik özellikleri yüklemeyi planlıyor. Peki, robotlar hangi sektörlerde insanların yerini almaya hazırlanıyor?

Oxford Üniversitesi’nin yaptığı araştırmalara göre 2027 yılına kadar tır şoförleri işinden olacak, 2053 yılına kadar ise ameliyatlara robotlar girmeye başlayacak. Araştırmanın en can alıcı noktası ise öngörülene göre 45 yıl içinde insanların yaptığı neredeyse tüm işleri robotların yapacağı düşüncesidir. Oxford Üniversitesi araştırmacılarının bir kısmına göre ise yaklaşık 100 yıl içinde Al ve robotların insanların yaptığı tüm işleri yapabileceği düşünülüyor. Oxford Üniversitesi İnsanlığın Geleceği Enstitüsü ve Cambridge Üniversitesi Varoluşsal Risk Araştırma Merkezi ortak çalışmasına göre, denetimsiz ve kontrolsüz geliştirilen Yapay Zekâ, robot ve Nano teknoloji çalışmalarının etkilerini uzun bir süre boyunca öngöremeyeceğiz.

Önümüzdeki 30 yıl içerisinde taksi şoförlerinin, fabrika çalışanlarının, gazetecilerin, doktorların ve garsonların Yapay Zekâ yüzünden işsiz kalacağı düşünülüyor ve hatta şoförsüz taksiler İngiltere sokaklarına hazırlanmaya başladı bile. Üretilecek bu şoförsüz taksiler için de otoyolları yenileme çalışmaları başladı. Çin’in Dongguan fabrika bölgesinde robot işgücü çalışmaları başladı. Bölgedeki 505 fabrika robotlara yaklaşık 2 milyar lira yatırım yaptı ve 30.000 çalışan yerine robot kullanmayı tercih ettiğini söyledi. İnsan gücü yerine robot işgücünden yararlanmanın kâr marjını artıracağını ve hata payı düşük seri üretime katkıda bulunacağını düşünüyorlar. Gazetecilerin iş kaybına bakacak olursak Narrative Science ‘a göre gelecek 15 yılda haberlerin %90’ı makineler tarafından yazılacak. Bu durumu haber sahası genişleyecek gibi ifadeler ile olumlamaya çalışsalar da gazetecilerin %90’ının işsiz kalacağı aşikardır. Garsonların önümüzdeki 20 yıl içinde ne yapacağını tahmin edecek olursak çoğunun işsiz kalacağını söyleyebiliriz. Lüks bir gemi, Massachusetts Institute of Technology’den robot satın aldı ve robot şeklindeki bu kol insanlar için kokteyl karıştırarak hizmet veriyor. 2019 yılında Wintage Finchley kulübünün bir ilke imza atıp yardımcı antrenör için bir robotu takımına dahil etmişti. Peki, bu ilkten yola çıkarsak ilerleyen dönemlerde spor salonu antrenörleri yerine robot antrenör görme ihtimalimiz nedir? Spor salonlarında karşılaşılabilen kriz anlarını robotlar antrenör yerine yönetebilecek mi?

Robotlar insanlara nazaran daha az hata yapma payına sahip olabilirler. Ancak konu kriz yönetimine geldiğinde bir insan gibi çözüm üretemezler. İnsanlar tarafından kodlanan ve yazılımları üretilen bu yapay zekâ ürünleri, kodları dışında, karşılaşabilecekleri binlerce olumsuz duruma karşı bir çözüm üretemeyebilirler. Kriz anlarını ve öngörülemeyen olumsuz durumları idare edemezler, bir insan gibi iletişime geçemezler. İrade gücü bulunmayan bu beşerî unsurların insanlığa katkıları yalnızca kodları dahilindeki olan insani işlerin hızlı ve hatasız yapılması kısmında kalacaktır. Bu durumda zaten yapay zekâsı zaten insan tarafından üretilmiş olan robotlar doğal insan zekasının ve çözümlerinin önüne geçemez. Robotlar işini her ne kadar kusursuza yakın yapıyor olsa da iletişim ve aktarım noktasında bir insan gibi reaksiyon gösteremez. Konuşacak birine ihtiyacınız olduğunda bir robottan yardım isteyemezsiniz. Beth Revis’in de dediği gibi:

“Bir robot; yaşayabilirdi, hatta belki düşünebilirdi de ama hissedemezdi.”