fbpx

Mart 2020’ye kadar alışık olduğumuz tüm düzeni bir anda alt üst eden pandemi dönemi hayatımızda neleri değiştirdi? Birçoğumuzun online olarak çalışmaya başlaması, çocuklarımızın online eğitim alması, alışverişimizi online olarak yapmaya başlamamız yalnızca en çok konuşulan değişkenlerden oldu. Peki, bunların dışında? Bildiğiniz gibi pandemi sürecinden en çok etkilenen sektörlerden bir tanesi spor sektörü oldu. Yeni normal düzene ilk geçtiğimiz zaman spor sektörünün aldığı yaraları hızla saracağını umut etmiştik. Fakat Covid-19 sürecinin giderek uzaması sektörlerin aldıkları yaraları saramadan daha fazla zarar görmesine sebep oldu. Ama tabii ki gelişen teknoloji sayesinde de boş durmak yerine tüm sektör teknoloji ile ortak bir şekilde çalışmaya başladı. Böylece spor sektöründeki teknolojinin giderek ilerlemesine ve kullanıcılar arasında yaygınlaşmasına da tanık olduk. Böylece spor endüstrisi de gelişen spor teknolojisi sayesinde yeniden nefes almaya başladı. Peki sizce spor teknolojisi gelişmeleri neler?

Spor Teknolojisi Gelişiyor

Bir yılı aşkın süredir yaşadığımız pandemi sürecinde vaktimizin çoğunu evimizde geçiriyoruz. Pandemi sürecinden önce spor salonlarında geçirilen vakit artık evlere taşınmaya başladı. İnsanlar virüsten korunabilmek ve azalmasını sağlayabilmek adına egzersizlerini evlerinde yapıyor. Evlerinde yapıyorlar ama spor hocaları ile birlikte yapılan programlar nasıl düzenlenebiliyor? İşte tam olarak burada devreye spor teknoloji girdi. AdColony (Mobil Reklam Platformu) yaptığı “AdColony Mobil ve Fitness Araştırması” sonucunda spor ve fitness amaçlı geliştirilmiş mobil uygulamaların pandemi sürecinde %75 kullanım artışı gösterdiğini açıkladı. Araştırmaya katılan kullanıcıların %28’i mobil spor uygulamalarında yer alan egzersiz videoları ile spor yaptıklarını %38’i ise bu uygulamalar sayesinde hayatlarına spor alışkanlığı kazandırdığını söyledi. Aynı zamanda katılımcıların %57’si de mobil spor uygulamalarının spora olan ilgilerinin artmasını sağladığını belirtti.

Mobil Spor Uygulamaları Nelerdir?

Yaşadığımız dönem sebebiyle birçok kişi evinde ve hareketsiz kaldı. Her şeye ulaşmanın evde oldukça kolay olması da insanların daha fazla yemek yemelerine sebep oldu. İzolasyon sürecimizde günlük rutinimizin tamamen değişmesi, uyku ve beslenme düzensizliği ve daha fazla hareketsiz kalmamız kilo almamıza sebep oluyor. Bu dönemde virüsten olabildiğince korunmak istememiz de spor salonlarına olan katılımı azalttı. Daha çok evinde spor yapmak isteyen bireylerin imdadına ise mobil spor uygulamaları koştu. Mobil uygulamalar sayesinde neler yapabileceğimizi düşündünüz mü?
• Daha fazla yemek ve daha fazla hareketsiz kalmak kilo artışına sebep oluyor. Ama birkaç küçük detayla önüne geçebilmemiz mümkün. Yediğimiz yiyeceklerin kaç kalori oluğunu öğrenebilmemiz öğünlerimizi ayarlayabilmemiz için büyük bir avantaj. “MyFitnessPal” uygulaması bizlere yediğimiz yiyeceklerin kaç kalori olduğunu gösteriyor. Bu sayede öğünlerimizi düzenleyebilir ve egzersizlerimize devam ederek kilo kontrolümüzü sağlayabiliriz.
• Spor salonlarında antrenör ile çalışmak tabii ki en büyük avantajlardan bir tanesiydi. Evde egzersiz yaparken kendimize en uygun programı bulabilmek mümkün desem ve bu programları profesyonel spor antrenörleri hazırlıyor desem ne dersiniz? “Sworkit” uygulamasının içerisinde 5 ile 60 dakika aralığında olan birçok egzersiz videosu mevcut. Uygulamada gösterilen tüm egzersizler işinde uzman spor antrenörleri tarafından hazırlanıyor. Sizin yapmanız gereken tek şey uygulama bakıp size en uygun programı seçmek.
• Spora yeni başlayan ya da alışkanlık kazanmaya çalışan kişiler için birebir olan “Pumatrac” uygulaması gün içerisinde kullanıcılarına bildirimler göndererek alışkanlık kazanmalarında yardımcı oluyor. Uygulamada 80’den fazla antrenman programı var ve tüm programlar tamamen ücretsiz.
Son olarak sizlere, yapay zeka ile ortak bir çalışma yürüterek kullanıcılarına challange hakkı da sunan “7Star” uygulamasından bahsetmek istiyorum. 7Star uygulaması bir yapay zeka ile çalışıyor. Bu sayede kullanıcılar kişisel antrenmanlarında yapay zeka koçu ile birlikte çalışabilme imkanı buluyor. Antrenmana başladığınızda ise sesli bir şekilde koç hizmeti alabiliyorsunuz. Üstelik 7Star uygulaması sayesinde hem kendi ülkemizdeki hem de tüm dünyadaki kullanıcılar ile yarışabiliyoruz. 7Star uygulamasının içinde gym, basketbol, voleybol ve futbol antrenmanları da mevcut. Böylece bu alanlarda kendimize bir temel de oluşturabiliyoruz. Ayrıca uygulama oyun oynama imkanı sunduğu için de spor keyifli bir hale geliyor. Hem pandemi sürecinde hem de şu an yaşadığımız tam kapanma sürecinde hareketsiz kalmamız için hiçbir sebep yok. Sizler de spor teknolojisinin bizlere sunduğu mobil uygulamalar ile evinizde spor yapabilir ve sağlığınızı koruyabilirsiniz.

Geçtiğimiz yıl başlayan pandemi süreci hepimizin hayatında büyük ve hiç alışık olmadığımız değişiklikler yapmamıza sebep oldu. Hayatımızı istediğimiz gibi yaşarken şimdi hayatımızı belirlenen kurallar çerçevesinde yaşar olduk. Yalnızca işimiz için evden çıkıyor gerekmediği sürece evimizde vakit geçiriyoruz. Daha önceki yazılarımda pandemi döneminde tembelleşmeye yatkınlaştığımızdan, market alışverişlerimizi bile uygulamalar aracılığı ile yaptığımızdan bahsetmiştim. Söz konusu sağlığımız ve tüm insanların sağlığı olunca da tüm kurallara bilinçli bireyler olarak uymaya gayret gösteriyoruz. Gayret gösteriyoruz tabii ama peki hayatımızda neler değişti?
Yetişkinler olarak bile pandemi döneminden ve bu dönemin getirdiği bazı zorunlu kurallardan oldukça fazla etkilendik. Bizler bile sıkılmaya, enerjimizi atamamaya başladık. Peki ya çocuklar? Sizce de bu dönemden en çok etkilenen çocuklar olmadı mı? Dışarı çıkabilmeleri belirli saatlerde serbest olan çocuklarımız bu sınırlama olmadığı dönemlerde bile yeterince bunaldı. Eskisi gibi dışarı çıkamayan, arkadaşları ile oyunlar oynamayan çocuklarımızın vakitlerini evimizde kaliteli anlara dönüştürmek bizim için de giderek zorlaşıyor. Pandemi döneminden önce çocuklarımız günlerini dışarıda, parklarda, okulda ya da kreşte arkadaşlarıyla geçirirlerdi. Şimdi istedikleri gibi dışarıda oynayamadıkları gibi eğitimlerini de evden online olarak görmeye başladılar. Dersler bile online eğitim olarak verilirken ve biz ebeveynler çocuklarımızı virüsten koruyabilmek adına olabildiğince onların evde vakit geçirmesini sağlamaya çalışırken bir yandan sağlıkları nasıl etkilendi? Bugün bu konuya değinmek istiyorum. Sanıyorum gidişat bu şekilde devam ettiği sürece ilerleyen zamanlarda çocuklarımızı daha farklı sağlık problemleri karşılayacak…

Çocukları İleride Neler Bekliyor?

Pandemi dönemi ile değişen tüm alışkanlıklar, aktiviteler, yönelimler bizleri ve özellikle çocukları yalnızca mental olarak değil aynı zamanda sağlık açısından da kötü etkilemeye başladı. Tahminimizden çok daha uzun süren ve görünüşe göre bir süre daha eski hayatımıza dönmemize izin vermeyecek olan bu pandemi dönemi, yeni normal olarak kabul ettiğimiz ve buna göre yaşamaya başladığımız rutinimizde de değişiklikler yapmamızı gerektiriyor. Hem yetişkinlerin hem de çocukların ileride daha farklı sağlık sorunları yaşamaması için dikkat etmesi gereken bazı noktalar var gördüğüm, özellikle de çocuklarımız için…
Yaşamaya başladığımız ve hiç alışık olmadığımız bu süreç en çok da çocuklarımızı etkiledi. Çocuklarda uyku düzensizlikleri, yetersiz aktivite, yeme bozuklukları gibi birçok sorun yaşanmaya başladı. Neredeyse tüm vaktini evde geçirmeye başlayan çocuklar istediği an istediği yiyeceğe rahatlıkla ulaşabiliyor. Eğitimlerini de online olarak almaya başlamaları ders esnasında bile yemek olmasa bile atıştırmalık tüketmelerini artırmaya başladı. Okulda yüz yüze eğitim görürlerken ders esnasında bir şey yemeleri yasaktı. Ders aralarında yeseler bile enerjilerini tüketecekleri ve yediklerini yakabilecekleri zamanları ve alanları vardı. Şimdiyse ne enerjilerini tüketebilecekleri ne de yediklerini yakabilecekleri yeteri kadar alanları yok. Hal böyle olunca çocuklarda kilo artış problemleri ortaya çıkmaya başladı. İlerleyen yıllarda ise obezite problemleri yaşamaları oldukça yüksek bir ihtimal halini aldı.

Spor Sayesinde Obezite ile Savaşabiliriz!

Ebeveynler olarak her ne kadar çocuklarımızın sağlığı için çabalasak da bazen yaşam şartları önümüze geçebiliyor. Çocukların sıkılmaları, psikolojik olarak kötü etkilenmeleri ve bocalamaları onlara olması gerekeni yaptırmamızı zorlaştırıyor. Evde vakit geçirmek zorunda kaldıkları için devamlı bir şeyler yeme ihtiyacı duymaları, yeteri kadar enerji atamamaları ve yediklerini yakamamaları, kendilerini daha fazla teknolojiye vermeleri ve oturarak vakit geçirmeleri çocuklarda ilerleyen yıllarda obezite problemine yol açacak. Burada antrenör arkadaşlarıma da tavsiyem ilerleyen yıllarda daha fazla çocuk öğrencileri olacağını öngörüyor olmamdan dolayı bu konuya ağırlık vermeleri. Önümüzdeki ilk 5 yıl içerisinde spor salonlarına obezite problemi ile savaşan ya da obezite riski yüksek olan çocukların talep göstereceği aşikar. Bu nedenle de antrenör arkadaşlarımın bu noktaya eğilmelerinin oldukça önemli bir konu olduğunu düşünüyorum.

Kadın ve erkek henüz anne karnında iken bile yaradılış olarak farklılardır. İlk olarak tüm ceninler anne karnında dişi olarak var olur. Babadan alınan genlerin cinsiyeti belirlemesinin yanında, asıl farklılıkları ortaya koyan cinsiyet hormonları olur. Cinsiyet hormonları, kişiliği ve cinsiyeti anne karnında şekillendirir. En başında dişi olan tüm ceninler sonrasında testesteron hormonu var olursa erkeğe dönüşür. Testesteron hormonu ise yalnızca cinsiyet üzerinde etkili olmaz, cenin üzerinde kişilik, beyin ve tüm vücut gelişimi üzerinde etkilidir. Kibir, sinirli hal, riske girme, rekabet etme ve liderlik gibi karakteristik özelliklerin belirleyiciliği anne karnında testesteron hormonunun oluşması ile cenin üzerinde etkili olmaya başlar. Anne karnında şekillenen hem vücut gelişimi hem de kişilik gelişimi yalnızca aile genlerinin aktarımı ile tamamlanmaz. Özellikle kişilik gelişimi ve karakter yapısı her ne kadar genler ile şekilleniyorsa da temel etken ailenin yetiştirme tarzı olur. Ailelerin yetiştirme tarzı ile cinsiyet ayrımı keskin çizgilere oturur. Erkek çocuğa mavi – kız çocuğa pembe, erkek çocuğa – futbol kız çocuğa voleybol, erkek çocuğa oyuncak araba – kız çocuğa oyuncak bebek gibi kalıplaşmış ayrımlar nedeni ile çocuklar yetişkinliğe bu ayrımlara inanarak ve bu ayrımlar dahilinde erişir. Dolayısıyla kadın ve erkek arasındaki fark, yalnızca cinsiyet farkı olmakla kalmaz, bakış açısı, yetenek, ilgi alanı, karar alma süreci gibi birçok konuda olur. Bu tür farklılıkların oluşmasındaki temel etken ise beyin işleyişindeki farktır. Anne karnına dişi olarak düşen ceninler testesteron hormonu ile erkek olduğunda bu hormon ile beyin kendisini yeniler. Erkekler olaylar arası bağlantılarda daha sınırlı, bağlantılara bakışta daha düzken konulara odaklanmada daha iyilerdir. Kadınlar ise çok daha genellerdir. Kadın beyni daha karmaşık, karmaşaya rağmen olaylar arasında ve bakışta daha detaylı bağlantılar kurabilen aynı zamanda da küçük ve karmaşık görülen her şeyi bir bütün haline getirebilen bir yapıdadır. Kadın ve erkek beyni işleyişi arasındaki bu temel farklar, ikisinin de farklı beyin yarı küresini kullanmaları ile birleşince ortaya düşünce şekli farkı da çıkmış oluyor.

Kadın ve erkek arasındaki farklardan bir tanesi de duyusal farklardır. Erkekler bir olaya odaklanma da daha iyi oldukları halde dikkat konusunda kadınlar daha iyidir. Erkekler bir olay esnasında tek duyu kullanabilirlerken kadınlar tüm duyularını kullanabilirler. Hatta Florida Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre bir kadın birden fazla ürün hakkında tüm detayları hatırlarken erkekler yarı yarıya detayları ya fark etmezler ya da unuturlar. Bu nedenle de genel olarak erkekler teknolojik eşyalar üzerinde detaylara odaklanıp sonuç odaklı hareket ederken kadınlar her şey üzerinde detaylara odaklanır ve sonuç elde etmek için birçok süzgeç kullanır. Bu durum kadın ve erkek arasında satın alma üzerinde de farklılıklar yaratır.

Erkekler genel olarak bireysel hareket eder, tüm ilişki modellerinde bir üçgen kurup en yukarıda olmaya yönelirler. Yapı olarak “Ben” üzerinden hareket ederler fakat bu bencil oldukları anlamına gelmez. Kendileri için kullandıkları ve hareket ettikleri “Ben” kavramı daha özgür olma ve daha bağımsız yaşama anlamındadır. Böylelikle karar alma sürecinde kadınlara göre daha fazla risk alırlar. Aldıkları riskin sonunda istediklerini elde edemediklerinde ise daha az şikayet eder ve sebeplerini kendilerine saklarlar. Kadınlar risk alma konusunda erkeklere göre daha dikkatli ve detaycı davranır. Risk alma konusu kadın için de erkek için de yalnızca bir iş girişiminde değil sosyal hayatta bir ürün satın almada da farklıdır. Pazarlama ve satış konusunda da farklı olan iki cinsiyet, hareket aşamasında düşünce şekillerinden dolayı farklı davranırlar. Cinsiyete göre satın alma kararlarındaki farklar tüm sektörlerde farklı satış stratejilerini doğurur. Bir ürün satılacağını hayal ederek farklılık konusuna açıklık getirecek olursak; satıcı olan kişinin hitap ettiği cinsiyeti bilmesi önemlidir. Mesela spor sektörü içinde olan bir antrenör düşünelim. Antrenör özel ders satışı yapacağı zaman hedef kitlesini belirlemesi ve buna göre hareket etmesi gerekir. Satış yapılacak kişi erkek olduğunda dersin içeriğinden ziyade ders sonucunda elde edeceklerinden bahsetmesi genel olarak yeterli gelirken satış yapılacak kişi kadınsa yalnızca sonuçtan değil her dersin işleyişinden ve işleyiştekilerin nelere etkisi olacağından bahsedilmesi gerekir.

Satın alma kararında etkili olanlar da erkekler ve kadınlar arasında farklıdır. Erkekler detaylar ile ilgilenmez, o sırada istediklerine dikkat eder ve sonuca odaklanır. Kadınlar ise istedikleri bir şeyi bile satın alacakları zaman tüm detaylara dikkat eder, sonuca bakar ve kendileri için gerçekten gerekli ya da yararlı olup olmayacağına odaklanır. Bu nedenle de bir erkeğin satın alma ve satma süreci bir kadının satın alma ve satma sürecine göre daha kısadır. En basit örneği ile bir kıyafet satın alınacağını düşünelim. Erkek yalnızca göz gezdirir, bir tane ürünü eline alır ve bunu yalnızca bedenine olup olmayacağına bakmak için dener. Eğer bedenine olursa gerisini düşünmez ve satın alma sürecini sonlandırır. Kadın ise her şeyi tek tek inceler, denemek istediğini seçer fakat buradaki deneme yalnızca bedenine olup olmayacağı değildir. Bedenin olması, yakışması, askıdaki duruşu ile giydiğinde üzerindeki duruşu hatta rahat kombin yapılıp yapılamayacağı gibi birçok detayı düşünerek satın alma kararı verir. Bu nedenle de hizmet sektörü içinde olan bir satıcı ürün hakkında bilgi verirken genellikle karşısındaki alıcının beden diline odaklanır. Bir erkeğin ikna olduğunu görmek çok daha kısa sürerken ve bunu genelde kafasını sallaması ile anlarken bir kadını ikna etmek çok daha uzun sürer. Bir kadının erkek gibi kafasını sallaması ikna olduğuna değil daha fazla detay öğrenmek istediğine işaret eder. Cinsiyete göre düşünme, karar verme gibi tüm farklar hakkında Prof. Dr. Sinan Canan “Erkek beyni beta, kadın beyni son sürüm” diyerek mizahi bir yaklaşım yapmıştır. Erkekler satın alma kararı verirken sonuca bakar fakat kadınlar satın alma kararı verirken tüm olgulara bakar.

Dünya üzerinde yaşamış, yaşayan ve gelecekte yaşayacak olan herkes için ortak olan bir şey var aslında. Kendimizi mutlu hissetmek, başarmış olarak görmek, ruhsal huzurumuzun yerinde olması ve bizi güçlendirmesi. Günümüz dünya şartlarında onca problem varken bireysel olarak nasıl kendimizi huzurlu ve mutlu hissedebiliriz ki diye düşündüğümüz çokça vakit oluyor. Aslına bakılırsa işin özü tam olarak bireysel huzur, mutluluk ve başarıdan geçiyor. İnsanlar tek başlarına kendilerini her anlamda iyi ve güçlü hissettiği zaman dünyada değişmesi gereken her şey için biraz daha motive oluyoruz. Peki bir insanın kendini iyi hissetmesi ne kadar zor?

Hepimizin hayalleri var. Hayal kurmayı sevsek de sevmesek de farkında bile olmadan hepimiz yaşamak istediğimiz hayatın hayalini kurar ve bazen iç huzurumuzu o hayaller ile sağlamaya çalışırız. Hayal kurmak insanın doğasında vardır ve o hayaller ile iç huzuru sağlamaya çalışmak bilincimizin bizi güçlendirmek için oynadığı oyunlardır. Aslında bilincimizin bize vermek istediği mesaj “Eğer bu hayallerin için adım atmaya başlarsan istediğin hayatı yaşaman sandığın kadar zor olmayacak”. İçinde bulunduğumuz hayatın omuzlarımıza yüklediği sorumluluklar, her şeyin üst üste geldiği, özgüvenimizi kaybettiğimiz zamanlarda genellikle kendimizi hayatın kendi akışına teslim ederiz. Umut etmeyi ve kendimiz için çalışmayı bırakırız. İstediği hayata kavuşmuş, sevdiği işi yapan hatta adını duyurmayı başarmış bir kişiye dışarıdan bakıldığında, çoğu kişinin aklından geçen “Benim kadar zor ya da benim kadar yoğun bir hayatı var mıydı? Benim de tüm zamanımı alan bir hayatım olmasaydı ben de kendim için bir şeyler yapabilirdim” oluyor. Fakat yapılan araştırmaların sonucunda elde edilen bilgilere bakıldığında adını bildiğimiz hiç kimsenin kolay bir hayatı olmamış ve kendi hayallerini gerçekleştirmek için de bolca vakitleri yokmuş. Peki, onlarca kişiyi bir kenara bırakarak yalnızca bir kişi için düşünelim ve nasıl yaptığını, ne şekilde ilerlediğini analiz edelim.

Öncelikle hayatta mutlu olmak, huzurlu olmak ya da güçlü olmak dediğimiz zaman aklımıza gelmesi gereken ilk şey kazandığımız para olmamalı. Duygular maddi olgularla yönetilemeyecek kadar hassas, derin ve güçlüdür. Öyleyse bizim için öncelik bu hayatta ne yapmak istediğimizi belirlemek olmalı. Aklımızı ve ruhumuzu ayrı ayrı dinlediğimiz zaman tam olarak ne yapmak istediğimizi anlamak hiç de zor olmayacaktır. Bunu yaparken kendimize koyduğumuz sınırları bir kenara bırakmalıyız. Engeller her zaman yıkılmak içindir ve bu hayatta imkânsız olan hiçbir şey yoktur. Yapmak istediğimiz şeyi belirledikten sonra ise artık geriye kalan kısım çok daha kolay olacak. Yapmamız gerekenlerin en başında kendimize bir hedef belirlemek geliyor. Hedef belirlemek, çoğu zaman hepimizin unuttuğu ve bu yüzden de bir işe girişirken düzenimizin kaçmasına sebep olan en önemli etkendir. Hedefimizi en başından belirlediğimiz zaman ise sırayla neler yapmamız gerektiğinin farkında olur, buna göre hareket eder ve önümüzdeki plan için motive oluruz.

Hedefimize adım adım ilerlerken önümüze engel çıkarsa ya da işin sonuna geldiğimizde başarısız olursak, hayalimizden vaz mı geçmeliyiz? Bu sorunun cevabını yaptığı işler ile veren onlarca örnek var aslında etrafımızda. Mesela Marc Zuckerberg, Bill Gates, Steve Jobs bunlardan yalnızca bazıları. Bir defa, iki defa hatta onlarca defa başarısız olabiliriz. Her başarısızlık bizi daha sağlam bir başarıya götürecektir. Çünkü başarısız olmamızın arkasında yaptığımız hataları görür ve bunları düzelterek yolumuza devam ederiz. Hedefimizi belirleyip, eksiklerimizi tamamlayıp, yanlışlarımızı telafi ederek hiç vazgeçmeden devam edersek başarı kaçınılmaz olacak. Önemli olan koyduğumuz hedefe yorulsak bile hiç durmadan yürümeye devam etmektir. Bir hedefimiz olması gerektiğinin ve bu hedefe yüzümüzü dönerek koşmamız gerektiğinin en güzel örneğini Mustafa Kemal Atatürk vermemiş midir? “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!”, yalnızca bir cümle, konulmuş tek bir hedef, hedefe olan tam inanç ve hiç durmadan amaca koşma, ülkemize getirdiği başarının yanı sıra tüm dünya tarihine kazınmıştır.

Hedef koymak, hedefe koşmak içinde bulunduğumuz hayattan çok daha farklı bir istek için olabilirken, halihazırda içinde bulunduğumuz hayat için de geçerlidir. Yapmakta olduğumuz meslek için de kendimize yeni hedefler belirleyebilir ve kendi gelişimimizi daha da ileriye taşıyabiliriz. Eğitim sektörü içinde olan bir öğretmen, hizmet sektörü içinde olan bir turizmci, spor sektörü içinde olan bir antrenör, sağlık sektörü içinde olan bir doktor gibi çeşitlendirilebilecek onlarca meslek için gelişim sağlamanın başlıca kuralı da hedef belirlemektir. Sorumuz ilk olarak her zaman “Kendime daha fazla ne katabilirim?” olmalıdır. Bu sorunun cevabını verdikten sonra hedefimizi belirlemiş oluyoruz. Yapmamız gereken bıkmadan, usanmadan ama her şeyden önce vazgeçmeden hedefimize doğru yol almak. Yürüdüğümüz yolda motivasyonumuzu güçlendirmek için kendimize, ünlü yazar S. Keth Moorhead’ ın “Hiç kimse başarı merdivenlerini elleri cebinde tırmanmamıştır” sözünü de hatırlatabiliriz. Koyduğumuz hedefe benzer kişilerin yaptıklarını okuyabilir, varsa filmini izleyebilir ya da konuşmalarını dinleyebiliriz. Kendimiz gibi bu yolda yürümüş ve başarmış kişilerin, geçtikleri yollarda neler yaptıklarını bilmek de bizleri hedefimize daha fazla yaklaşmamız için motive edecektir.

Özellikle son zamanlarda yaşadığımız pandemi sürecinde, evde bulunduğumuz – bulunmak zorunda olduğumuz – günlerde vaktimizi boşa harcamamalıyız. Bolca olan bu vaktimizi kişisel gelişimimize yeni şeyler katarak geçirmek günün sonunda hepimiz için artılar doğuracaktır. Mesleğimizde daha donanımlı bir yapıya sahip olabilir ve çok daha başarılı işlere imza atabiliriz. Çocukluğumuzdan bu yana bizlere öğretildiği ve her sabah ruhumuza çalışma azmi katan, saygıdeğer Reşit Galip’in bizlere söylediği gibi :

“Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir.

Ey Büyük Atatürk!

Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.”

Sanıldığının aksine robotlar 200 yıllık bir geçmişe sahip değil, yaklaşık 2000 yıllık bir mazisi bulunmakta. 1900’lü yılların başlarında, Girit Adası’na yakın bir bölgede, M.Ö. 77-100 tarihlerine ait olduğu düşünülen mekanik bir bilgisayar kalıntısı bulundu. Bilimin ve teknolojik gelişmelerin neredeyse hiç yaşanmadığı Orta Çağ Avrupası’nda bile hareket eden insan benzeri figürler ve otomatla kullanılarak kilisenin kitleler üzerindeki tahakküm gücü artırılmaya çalışılmıştı. Akabinde 1495 yılında Leonardo Da Vinci tarafından ilk insansı robot tasarlandığı da düşünülmektedir. Bu üç örnekten de anlaşıldığı gibi makineler ve robotlar insan yaşamı ile bütünleşmeye yüzlerce yıl önce başlamıştı. İlginçtir ki Homeros’un İlyada’sında dahi insan yapımı hizmetçilerden söz edilmekte. Hatta, Tüm bunlar robotların günümüzdeki şeklini alması için yapılmış ilk hamlelerdi. 20. Yüzyılın ortalarına kadar gelişimini devam ettiren robotlar ve makineler esas atılımını 20. Yüzyılın ortalarından sonra gerçekleştirmeye başladı. Robotların sanayi üretimine entegrasyonu süreci de bu döneme denk gelir. Hizmet sektörü içerisinde yerini alan robotlar; uzay, tıp, havacılık ve eğlence sektörü içinde de aktif hale gelmeye başladı. Robot kelimesi ile tanışmamız ise 1920 yılına denk gelir. Isaac Asimov 1942 yılında “Robotik” kavramını literatüre kazandırdı ve üç maddelik bir robot yasası geliştirdi. Bu yasada, robotların insanları yaralayamayacağından ve zarar görmesine kayıtsız kalamayacağından, insanların emirlerine uymak zorunda olduğundan ve ilk iki madde ile çelişmediği takdirde kendi varlığını koruması gerektiğinden söz edilir.

Tarih 1964’ü gösterdiğinde ise Yapay Zekâ araştırmaları başlamıştı. Araştırmaların öncüleri ise MIT ve Standford Üniversiteleri’ydi. 1976 yılına gelindiğinde uzay çalışmaları sırasında robot kollar kullanıldı. 1999 yılında ev hayvanı olarak dizayn edilen oyuncak Aibo piyasada yerini aldı. 2000 yılında ilk insansı robot Asimo üretilerek tüm dikkatleri üzerine çekti. 2000’li yılların devamında ise özellikle NASA’nın yürüttüğü Mars araştırmaları ve çalışmalarında ağırlıklı olarak robotlar kullanıldı. 2015 yılına gelindiğinde, Sayanora filminde, Leona karakterini “Geminoid F” adlı bir robot canlandırmıştı, bu durum robotların insanların yerini alabileceği ihtimalinin en çarpıcı örneklerinden biri oldu. Sofia isimli humanoid bir robot 2016’da geliştirildi ve tüm dünyaya tanıtıldı. Sofia, Humanoid Yapay Zekâ çalışmalarında bir dönem noktası oldu. Yine 2016 yılında geliştirilen AlphaGo adlı robot, 2017 yılında AlphaGo Zero adı ile güncellendi ve şu anda ilaç sektöründe devrim yaratabilecek bir bulgu üzerinde çalışıyor.

Teknoloji devleri tarafından bilinen ve kullanılmaya başlanan “Al”, Google ve Facebook’un da radarına girdi. Google, ilk olarak kişilik özellikleri olan robot patenti aldı. Google, bu çalışmalarında robotlara kişilik özellikleri yüklemeyi planlıyor. Peki, robotlar hangi sektörlerde insanların yerini almaya hazırlanıyor?

Oxford Üniversitesi’nin yaptığı araştırmalara göre 2027 yılına kadar tır şoförleri işinden olacak, 2053 yılına kadar ise ameliyatlara robotlar girmeye başlayacak. Araştırmanın en can alıcı noktası ise öngörülene göre 45 yıl içinde insanların yaptığı neredeyse tüm işleri robotların yapacağı düşüncesidir. Oxford Üniversitesi araştırmacılarının bir kısmına göre ise yaklaşık 100 yıl içinde Al ve robotların insanların yaptığı tüm işleri yapabileceği düşünülüyor. Oxford Üniversitesi İnsanlığın Geleceği Enstitüsü ve Cambridge Üniversitesi Varoluşsal Risk Araştırma Merkezi ortak çalışmasına göre, denetimsiz ve kontrolsüz geliştirilen Yapay Zekâ, robot ve Nano teknoloji çalışmalarının etkilerini uzun bir süre boyunca öngöremeyeceğiz.

Önümüzdeki 30 yıl içerisinde taksi şoförlerinin, fabrika çalışanlarının, gazetecilerin, doktorların ve garsonların Yapay Zekâ yüzünden işsiz kalacağı düşünülüyor ve hatta şoförsüz taksiler İngiltere sokaklarına hazırlanmaya başladı bile. Üretilecek bu şoförsüz taksiler için de otoyolları yenileme çalışmaları başladı. Çin’in Dongguan fabrika bölgesinde robot işgücü çalışmaları başladı. Bölgedeki 505 fabrika robotlara yaklaşık 2 milyar lira yatırım yaptı ve 30.000 çalışan yerine robot kullanmayı tercih ettiğini söyledi. İnsan gücü yerine robot işgücünden yararlanmanın kâr marjını artıracağını ve hata payı düşük seri üretime katkıda bulunacağını düşünüyorlar. Gazetecilerin iş kaybına bakacak olursak Narrative Science ‘a göre gelecek 15 yılda haberlerin %90’ı makineler tarafından yazılacak. Bu durumu haber sahası genişleyecek gibi ifadeler ile olumlamaya çalışsalar da gazetecilerin %90’ının işsiz kalacağı aşikardır. Garsonların önümüzdeki 20 yıl içinde ne yapacağını tahmin edecek olursak çoğunun işsiz kalacağını söyleyebiliriz. Lüks bir gemi, Massachusetts Institute of Technology’den robot satın aldı ve robot şeklindeki bu kol insanlar için kokteyl karıştırarak hizmet veriyor. 2019 yılında Wintage Finchley kulübünün bir ilke imza atıp yardımcı antrenör için bir robotu takımına dahil etmişti. Peki, bu ilkten yola çıkarsak ilerleyen dönemlerde spor salonu antrenörleri yerine robot antrenör görme ihtimalimiz nedir? Spor salonlarında karşılaşılabilen kriz anlarını robotlar antrenör yerine yönetebilecek mi?

Robotlar insanlara nazaran daha az hata yapma payına sahip olabilirler. Ancak konu kriz yönetimine geldiğinde bir insan gibi çözüm üretemezler. İnsanlar tarafından kodlanan ve yazılımları üretilen bu yapay zekâ ürünleri, kodları dışında, karşılaşabilecekleri binlerce olumsuz duruma karşı bir çözüm üretemeyebilirler. Kriz anlarını ve öngörülemeyen olumsuz durumları idare edemezler, bir insan gibi iletişime geçemezler. İrade gücü bulunmayan bu beşerî unsurların insanlığa katkıları yalnızca kodları dahilindeki olan insani işlerin hızlı ve hatasız yapılması kısmında kalacaktır. Bu durumda zaten yapay zekâsı zaten insan tarafından üretilmiş olan robotlar doğal insan zekasının ve çözümlerinin önüne geçemez. Robotlar işini her ne kadar kusursuza yakın yapıyor olsa da iletişim ve aktarım noktasında bir insan gibi reaksiyon gösteremez. Konuşacak birine ihtiyacınız olduğunda bir robottan yardım isteyemezsiniz. Beth Revis’in de dediği gibi:

“Bir robot; yaşayabilirdi, hatta belki düşünebilirdi de ama hissedemezdi.”